Tag Archives: susurluk tostu
Gallery

Egeye Doğru: Sığacık

7 Dec

Plan yapmak hem de gezmek adına bir şeyler planlamak bana fazlasıyla keyifli geldiği için gezilerimizde zaman zaman her şeyin önceden planlanmış olması bir şeyleri kaçırdığımız hissini yaşatıyordu bize. En azından esnekliğinin elinden alındığı gerçeği var. Bir yeri çok beğenip biraz daha kalayım desen bile önceden ayırtılmış oteller, biletler vs.. bir programa sadık kalmaya zorluyor insanı.

IMG_1378

Tam da bu yüzden bu sefer yola çıkmadan plan program yapmayalım, yol üzerinde karar alma şansımız olsun istedik. Ne var ki 30 Ağustos’ta yola çıkacağımız için ilk haftasonumuzu ayarlamamız iyi olur diye düşündük ve beklentimizin hayli yüksek olduğu Sığacık’ta Mandalin Pansiyon’a 2 günlük rezervasyon yaptırıp arabaya atladık. Ancak yolculuğu pas geçip bir anda Sığacık’a gelemeyeceğim zira Susurluk’ta Garaj’ın karşısında kalan Düzdağ Kahvehanesinde yediğimiz muazzam tost ve ayranı pas geçmek büyük ayıp olur.Açıkçası üzerine salça sürülerek servis edilen tostun bu kadar lezzetli olacağını beklemiyorduk, ayranla birlikte hapur hupur yenildikten sonra mideler bayram etti.(hem de tost ayran 5 tl) Bu gaz bize Sığacık’a kadar yetti.

IMG_5763

Malum Sığacık- Seferhisar Slowcity yani yavaş şehir. Daha önce Gökçeada’dan ve farklı mecralardan bu konsepte aşinayız. Ancak Seferhisar’ın bu konuda ilk olması ve medayda bu alandaki adımlarıyla adından fazlaca söz ettirmesi beklentimizi hayli yükselttik. İşin doğrusu konsepti şakayla karışık olarak da olsa biraz fazla somutlaştırdık. Şöyle ki ilçe sınırına girdiğimizde şöförümüz Can’ın 60’ı geçmeyi red ederken , arabada uçuşan sorular düşündürücüydü: “Ne yani hamburger yok mu?” , “Ee peki biranın yanına patates kızartması yiyemeycek miyiz şimdi?” hatta “Lan burada bira satılmıyor olmasın?!” şeklinde.

IMG_5800

Arabamızı surların dışına park edip de içeri girdiğimiz de ise beklentilerimizin fazlasıyla hakkını verecek bir yere geldiğimizi hissettik. Eşyaları odalara attıktan sonra hemen turlamaya başladık.Kaleiçi birbirinin içine geçmiş dar sokaklardan oluşuyor ve avlulu evlerin dış duvarları arasında yürüyorsunuz. Her ne kadar evlerin çoğunluğu henüz restore edilmemiş olsa da ; hakim olan sade ama son derece sıcak mimarisi bu sokakların, biraz ilgiyle çok güzel olacağına dair kuvvetli bir fikir veriyor.

IMG_5776

Henüz kaleiçinde fazla işletme olduğunu söyleyemeyeceğiz, daha çok sahil tarafında konumlanmış şu an için mekanlar, öyle olunca biz de sahil tarafına yöneldik.Ancak herhangi bir sahil kasabasında bulabileceğiniz vasat işletmeler gibi görünüyor bir çoğu. Gerek menüler gerekse mekanlar sıradan olanın dışında pek bir şey vaad ediyor gibi görünmedi bize.Bu arada marinadan hiç bahsetmiyorum bile , zira “slowcity”de böyle bir marina ne arıyor merak ediyor insan. Yine de en azından dekorasyonuyla dikkat çeken sevimli bir mekan bulduk ve oturduk.Zaten canımız biraz bira biraz da atıştırmalık istiyor. Özellikle bir yolculuktan sonra bir yere oturup bir içecek ve aperatifle yorgunluğu atmak paha biçilemez .Ve birkaç birayı da büfeden alıp sahildeki banklarda takılarak günü bitiriyoruz.

IMG_5781

O kadar yol geldik. İnsanın canı bir an önce denize girmek istiyor. Ekmeksiz plajının güzel olduğunu okumuştum bloglarda, ne yazık ki bölgede bir otel inşaatı olduğu için plaj kapalıymış. Denize doğrudan merkezden girilmediği için en yakın seçenek Akkum Plajı. Atlıyoruz arabaya ve yaklaşık 5 dakika içerisinde oradayız. Öncelikle pansiyonumuzda varlıklarından bahsedilen beachleri görüyoruz; isimlerinin “AKKUM” ve “KUMMA” olması ise yaratıcılık adına iyi işaretler sayılmaz öyle değil mi?

Beach’leri geçince belediye görevlileri karşınıza çıkıyor ve duş, kabin vs. için 5 tl’lik bir ücret istiyorlar.İşin problemli tarafı bu bedelin zorunlu olması.Sözde sahilde şemsiye ve şezlonglar var ama 5 tl ödeyip yer var mı ancak ondan sonra görebiliyorsunuz. Günün sonunda fark ettiğimiz üzere bir de ayrıca şezlonglar var, belediyeden kiralanmış alanda hizmet veriyorlar,günlüğü ise 10 tl. Yani güya halk plajına gidiyorsunuz ama doğru düzgün bir şemsiye ve şezlong için 15 tl ödemeniz gerekiyor. Her neyse zaten biz ücretli şezlongları ilk etapta keşfedemediğimiz için şezlongu olmayan bir şemsiyenin altına sığındık.Ancak plajın genel anlamda pek davetkar olduğunu söyleyemeyceğim,bir de sürekli esen rüzgar da eklenince sahilde kitap keyfi bile yalan oluyor.

IMG_5761

İşin doğrusu yalan olan sadece kitap keyfi olmuyor, adeta öyle bir rüzgar var ki, adamakıllı hiçbir şey yapamıyorsunuz.Bizi hayli mağdur eden rüzgar hakkında ise çelişkili açıklamalar vardı. Mısırcı rüzgarın normalde olmadığını iddia ederken, pansiyondakiler ve büfe işletmecisi hep rüzgar olduğunu söylediler. İşin doğrusu deniz maceramız biraz hayal kırıklığıyla sona erdi.

IMG_5768

Odaya döndüğümüzde gün boyu yediğimiz rüzgarın sersemliğini üzerimizden atmak kolay olmadı haliyle. Bir kahve içmek için sokaklar da dolaşırken Bogo Cafe’yi gördük. Zaten mimari anlamında çok potansiyele sahip olduğunu düşündüğümüz kaleiçinde , bir avluya yerleşmiş olan “Bogo” ufak dokunuşlarla ne kadar güzel alanlar yaratılabileceğini gösteriyor bize. Bir şey yemediğimiz için çok fazla yorum yapamasak da , Sığacık’ta yakın gelecekte Bogo Cafe gibi çok sayıda özgün mekan görmek sürpriz olmayacaktır. Şahsi fikrim bu gibi mekanların bu kasabaya özgün bir ruh katabileceği; aksi halde sıradan bir sahil kasabasından farkı olmayacaktır.

IMG_5773

Akşam için ise Sığacık merkezin biraz dışında ; yani arabayla gitmek gerek; Dağ Restauranta gittik.Malum sosyal medya; foursquare’deki olumlu yorumlar bizi biraz yönlendirdi diyebiliriz. KOnumu ve manzarasıyla insanın gönlünü çalan bir mekan olduğunu söyleyebiliriz. Tabii Ege’de rakı balık biraz fazla dayatılan bir konsept olsa bile insan böyle bir atmosferde keyif almıyor değil. Salata ile deniz ürünlü böreği fazla sıradan olsa bile, tereyağlı karides lezzetliydi. Rakısıydı , deniziydi derken insan yedikçe yiyor. Aslında balığı hafifçe geçelim diyorduk ama balık seçmeye gidince ne yalan söyleyelim gaza geldik ve kocaman bir sinarit seçip geldik. Izgarada güzelce piştikten sonra masamıza gelen sinarit tarafımızca kısa zamanda süpürüldü.Daha önce yediğim birbalık değildi ama insanın ağzını dolduran son derece net bir lezzeti vardı. Her neyse özetle güzelce yedik içtik ve 4 kişi 260 lira ödeyerek gezimizde daha sonra egale edemeyeceğimiz bir hesap ödemiş olduk. Genel olarak fiyatlar makuldu ama gidip 100 liralık kocaman bir balık alınca haliyle şişebiliyor hesap biraz. Atmosferi çok keyifli ve sinariti de lezzetli olmasına rağmen; uğramadan dönmeyin dedirtmedi bize.

IMG_5796

Ve Datça’ya olan 380km’lik yolu gözümüz kesmeyince son dakikada rotamızı Akyaka’ya çevirdik. Sıradaki yazı Akyaka ve Palamutbükü…