Brunsparken’de sol tarafınıza baktığınızda ise Göteborg’un görüp görebileceğiniz en kalabalık yerlerinden birini görüyorsunuz. Çünkü burası İskandinavya’nın en büyük alışveriş merkezi olan Nordstan’a ev sahipliği yapıyor. Kalabalık bir insan grubu görmek Göteborg için biraz olağandışı bir şey =) Nordstan’ın yanı sıra Brunsparken’de alışveriş yapabileceğiniz bir çok başka dükkan da bulunuyor. Alışverişe niyetlenmeden önce şuna dikkat etmelisiniz ki pahalılık konusunda İsveç kazandığı ününün hakkını veriyor, tabii ki alışveriş yapmak için seçtiğiniz mağazalar çok önemli ama genel olarak söyleyebilirim ki fiyatlar Türkiye’ye kıyasla biraz daha pahalı. Gelmeden önce H&M’in İsveç markası olduğundan yola çıkarak ucuz olacağını umanlar biraz hayal kırıklığına uğrayabilirler. Yerli malı da olsa fiyatları diğer Avrupa ülkelerinden ucuz değil. Brunsparken ve Central Station’ın arası sadece bir durak. Nordstan’ın önünden beş dakikalık bir yürüyüş sonrasında varmanız mümkün. Central Station binası tarihi, sevimli bir bina. Bir işiniz yoksa bile uzaktan bir bakmaktan zarar gelmez. =)
Central Station’dan sonra limana inip nehrin kenarında vakit geçirmek, eğer güneşli bir gündeyseniz, kaçırılmaz bir fırsat olabilir. Sırası gelmişken bahsetmek gerekirse Göta älv şehrin ortasından geçerek Göteborg’u ikiye bölen nehre verilen isim. Nehrin diğer tarafında da birçok yerleşim yeri var ancak bu bölgede daha çok göçmenler ve orta sınıf ikamet ediyor. Eğer Götebog’a yaşamak için değil de birkaç günlüğüne bir turist olarak geldiyseniz muhtemelen bu tarafa yolunuz düşmeyecektir. Ama eğer bundan daha fazlası için Göteborg’da bulunuyorsanız, düşük kiralar sizi nehrin diğer tarafına çekebilir. Bunun yanı sıra eğer annenizin kuru fasulyesinin veya zeytinyağlı dolmasının hasretindeyseniz de bu bölgede bulunan marketler yardımınıza koşacaktır. =) Ben bir kaç kere gittim, gerçekten yok yok =)
Limandan kuru fasulyeye kadar geldik evet. =) Neyse şimdi artık limandaki gezimize geri dönebiliriz. Göteborg Opera House tam nehrin kenarında bulunuyor. İskandinavya’da operayı suyun kenarına yapmak gibi bir adet var sanırım. =) Oldukça modern bir mimariye sahip olan opera binası, 1994 yılında gemi şeklinden esinlenerek yapılmış. =) Esinlenerek diyorum çünkü eğer benim gibi dikkatsiz biriyseniz, biri size söylemeden bunu
fark etmemeniz mümkün. Kanal turu sırasında uzaktan bakınca gemi şeklini daha net görme imkanınız var. =) Limanda operanın yanı sıra Lipstick building bulunuyor. Resimden de görebildiğiniz gibi bu bina çok şaşırtıcı olmayarak ismini, şeklinden ve renginden alıyor.
Rehberde yazana göre binanın en tepesinde 86 metre yükseklikte panoramik manzaralı bir cafe bulunuyormuş ama tabiî ki İsveç’te normal bir kafeye giderken bile fiyatlardan dolayı 40 kez düşünen bir öğrenci olarak buraya gitmeye cesaret edemedim. =) Ama sadece otobüs biletine para vererek gidebileceğiniz çok güzel manzaralı bir kilise biliyorum, bekleyin birazdan geliyor. =) Limanda bunlardan başka Viking isimli eski bir ticaret gemisi de sergileniyor. Şu anda otel ve restoran olarak hizmet veren Viking’e, “prisoner” diyorlar çünkü bu büyük geminin, nehrin iki tarafını birbirine bağlayan köprülerden dolayı artık limanı terk etmesi mümkün değilmiş. Bu çok gerekli (!) bilgiden sonra devam etmek gerekirse eğer denizcilikle ilgileniyorsanız limanda görmeniz gereken bir diğer yer de Maritime Museum. Doğruyu söylemek gerekirse ben ziyaret etmedim ancak içinde İsveç’in 400 yıllık denizcilik tarihiyle ilgili koleksiyonlar sergileniyormuş. Son olarak ilgilenenler için bildiğim kadarıyla Göteborg’daki tek kumarhane olan Casino Cosmopool de liman bölgesinde bulunuyor. Bunların hepsi bir yana güneşli bir günde sahil boyu yapılacak bir yürüyüş için bile limana gitmeye değer. =)
Göteborg’da bulunduğum süre boyunca gitmekten en çok zevk aldığım yere geldi sıra. Haga… =) Bu bölge eski binaları, ikinci el dükkanları, antikacıları ve birbirinden güzel kafeleriyle ünlü… Tarihi 17. Yüzyıla dayanan şehrin en eski yerleşim bölgelerinden olan Haga’da birçok bina orijinal haliyle korunmuş. Eski evlerinin yanı sıra Haga’da eski bir de kilise bulunuyor. İkinci el eşya dükkânlarında çok uygun fiyata çok orijinal ve güzel hediyelikler bulmak mümkün. Alışverişin yanı sıra Haga’ya kadar gitmişken bir kafede oturup kahve eşliğinde tatlı bir şeyler atıştırmayı da sakın ihmal etmeyin. İsveçliler dediğer İskandinav ülkelerinden farklı olmayarak kahve içmeyi çok seviyorlar, yanında yenilen çörekler de onlar için kahvenin olmazsa olmazı denebilir. Bol şekerli Türk tatlılarına alışık biri olarak, denediğim tatlılar ilk başta bana pek tatlı gelmemişti.
Tarçınla da pekaram olmadığı için uzun bir süre çöreklerden uzak durdum çünkü genellikle bol miktarda tarçın kullanarak yapıyorlar ama zamanla öyle bir alıştım ki her ders arasında kendimi elimde tarçınlı bir çörekle buldum. =) Sırası gelmişken bahsetmek gerekirse, bu çöreklerden en meşhur olanının ismi “kanelbullar”. Kanel zaten İsveççe tarçın demek, yani kanelbullar tarçınlı rulo gibi bir anlama geliyor. Valla milli çörekleri bile desem inanın yalan olmaz. =) Göteborg’a giderseniz tatmadan sakın dönmeyin, bulmanız hiç güç olmayacaktır çünkü hemen hemen her yerde satılıyor. Nerdeyse bütün kafelerde, süper marketlerde, 7-eleven ve Pressbyrån’larda mevcut. Türkiye’de de IKEA’nın restoranında ve gıda marketinde tarçınlı çörek ismiyle bulabilirsiniz. Haga’ya kadar gelmişken Järntorget’e kadar yürüyüp balık pazarına da bir göz atmanızda fayda var. 1874 yapımı olan balık pazarı şekil itibariyle kiliseye de benzediği için “The Fish Church” olarak da biliniyor. İçinde de her tür balığı bulmak mümkün.
Son birkaç yerden de biraz bahsedip doğal güzelliklere, ardından da gece hayatına geçmek istiyorum. Göteborg’a tepeden bakmak istiyorsanız, Lipstick binasının üstündeki panoramik kafeye gitmek yerine Masthugget Church’e bir ziyarette bulunabilirsiniz. 60 numaralı otobüse binip Storebackegatan’da inerseniz kendinizi 1914 yapımı bu küçük kilisenin önünde bulacaksınız. Ziyaret saatlerini yakalayamadığımızdan içini gezemesek de bahçesinden görülen manzaradan çok etkilenmiştik. Burada güneşin batışını seyretmek gerçekten çok keyifli olabilir.
Eğer müze gezmeyi seviyorsanız Göteborg bu anlamda size çok şey sunabilecek bir şehir… Az evvel de söylediğim gibi ben belli başlı birkaç müze dışında çok fazla müzeye gitmedim. The Museum of World Culture da gittiğim birkaç müzeden bir tanesi. İçinde sabit sergiler de olmakla birlikte, zaman zaman değişik temalı koleksiyonlar da sergileniyor. Benim
görme şansı bulduklarımdan bir tanesi Bollywood ile ilgiliydi, diğeri ise vudu geleneği… Görüldüğü gibi müzede oldukça geniş bir yelpazeden bir şeyler sergilenebiliyor. Bunun dışında Aeromuseum, Natural History Museum, Sports Museum, Radio Museum, Scout
Museum ve Volvo Muzeum Göteborg’da bulabileceğiniz diğer müzelerden bazıları…Göteborg’un turistik yerlerini anlatıp da Universeum’dan bahsetmemek olmaz. Universeum’u müze olarak adlandırmak yerine bilimsel keşif merkezi gibi bir tanım kullanıyorlar. Girişi biraz pahalı olduğu için 4 ay boyunca hemen hemen her gün önünden geçmeme rağmen içine hiç girip bakma fırsatı bulamadım. Fırsat bulamadım diyerek cimriliğimin üstünü örtmeye çalışıyorum gibi oldu ama tabii ki tek sebep bu değil. =) Gitmememde giden arkadaşlarımdan duyduğum yorumların da etkisi var. Söylediklerine göre içeride enteresan şeyler olmakla birlikte hedef kitlesini daha çok çocuklarmış. Çocuklu bir aileyseniz Universeum ziyaret etmek için çok ideal olabilir, böylece çocuğunuz kutup ayısı maketiyle, astronot kostümü içinde veya bir hayvan maketinin ağzının içinde fotoğraf çektirip, girişte verdiğiniz para size ızdırap olurken, o mutlu olabilir, eğlenebilir. =) Hem Museum of World Culture, hem de Universeum için en yakın durak, Korsvägen.
Hazır Korsvägen’deyken Göteborg’ta en sevdiğim yerlerden biri olan Liseberg’ten de bahsedeyim. Liseberg İskandinavya’nın en büyük eğlence parkı. Çok güzel bir ambiyansı var, bütün bir günü rahatlıkla burada geçirebilirsiniz. İçeride 40’a yakın oyuncak, 4 tane hız treni var ve maalesef muadilleri Türkiye’de bulunmuyor. Zaman zaman konserlere ve farklı etkinliklere de ev sahipliği yapıyor. Noel zamanı ise içerisi bambaşka bir havaya bürünüyor. Yılın her zamanı Liseberg’te yapılacak bir şeyler var. Mutlaka gidin.
Biraz da doğa…
Göteborg’u anlatırken yemyeşil doğasından bahsetmemek olmaz. Doğayla iç içe olmak istiyorsanız gidebileceğiniz en güzel yerlerden bir tanesi Slottskogen. Sadece hayvanat bahçesi demek gerçekten Slottskogen’e büyük bir haksızlık olur. Çok büyük bir alana yayılmış olan bu parkta gezinti yaptığınız süre boyunca ren geyiklerini, flamingoları, penguenleri ve bunlar gibi orta kuşak ülkelerinde görmeye alışık olmadığımız birçok hayvanı görebilirsiniz. Ancak bu hayvanlar park boyunca o kadar geniş aralıklarla yerleştirilmişler ki bir hayvanat bahçesini geziyormuş gibi hissetmiyorsunuz. Adeta ormanda yürürken karşınıza çıkmışlar gibi geliyor. =) Yolun diğer tarafında kalan Botanical Garden’da kuzey iklimine özgü birbirinden farklı ağaçları ve çiçekleri tanıma imkânı veriyor. Ancak elbette ilkbahar ve yaz aylarındaki canlılığını çabucak soğuyan havalar nedeniyle sonbaharda koruyamıyor. Ama yine de ben hangi mevsimde olursa olsun güneşli veya o da olmazsa yağışsız bir havada hem Slottkogen’de hem de Botanical Garden’da yapılacak uzun yürüyüşleri herkese şiddetle tavsiye ediyorum. =)
Bunların yanı sıra eğer sadece yeşille yetinmeyip bir de deniz isteyenlere kaçırılmayacak bir tavsiye geliyor. 11 numaralı tramvaya atlayıp son durak olan Saltholmen’e kadar gidiyorsunuz. Buradan güneydeki arcipellago’ya giden feribotlar kalkıyor. Standard ulaşım kartıyla bunlara binebiliyorsunuz. Feribotla gittiğiniz süre boyunca etrafta irili ufaklı üzeri yemyeşil ağaçlarla kaplı, İskandinav tarzı sevimli evlerin süslediği birçok ada göreceksiniz. Feribotlar belli başlı adalarda indirme bindirme yapıyorlar. Gözünüze kestirdiğiniz bir tanesinde inip bir doğa yürüyüşü yapmak çok keyifli olabilir. Aklınıza Marmara’daki prens adaları gibi adalar gelmesin lütfen, yiyeceğinizi içeceğinizi yanınıza alın gitmeden. Ben hangisinde indiğimizi hatırlamıyorum ama etrafta yiyecek bir şeyler alabileceğimiz pek bir yer yoktu. Hatta pek insan da gördüğümüzü hatırlamıyorum. Fazlasıyla sakin bir atmosferleri var. =) Arcipellago’ya gitmenin tek yolu bu değil elbette. İlkbahar ve yaz aylarında limandan çeşitli tur tekneleriyle de adalara ulaşmak mümkün. Ancak bu turların Saltholmen’den kalkan feribota nazaran çok daha pahalıya geleceği muhakkak.
Çok gezen çabuk acıkır =)
Boğazına düşkün olanlarımızın en başından beri sorduğu sorunun cevabına geldi sıra, bu adamlar ne yer ne içer? =) Her normal insan gibi, Göteborg’a ilk geldiğim günlerde, İsveç mutfağına özgü bir şeyler yemek içmek için sabırsızlanıyordum ama uzunca bir süre hevesim kursağımda kaldı. Çünkü İsveç yemeklerini tatmak için bunu gerçekten istemeniz, kafaya koymuş olmanız gerekiyor. =) Şaka bir yana, şehirde gezdiğiniz süre boyunca, karşınıza çıkan her hangi bir restoranın Hint, Thai, İtalyan veya kebapçı olma olasılığı, yerel yemekler yapan bir restoran olma olasılığına göre çok daha yüksek. =) Şimdi uzun çabalar sonucu bulduğum 2 tanesinin ismini vereceğim. Biri makul fiyatları ve sempatik atmosferiyle gönüllerde taht kurmuş olan Karlssons Garage. 1,2,6 veya 11 numaralı tramvaya binip Olivedalsgatan’da inerek bu restoranı çabucak bulabilirsiniz. Ben iki kez gitme imkânı buldum. Oldukça doyurucu ve çok lezzetli köfteleri var özel sosuyla yanında patates püresi, salatatık ve yabanmersini ile servis ediyorlar. Hatırladığım kadarıyla fiyatı da 90 SEK yani 18 TL gibi bir şeydi. Bunun neresi makul demeyin, İsveç için oldukça makul. =) Bir de unutmadan söyleyeyim kalabalık bir gurup olarak gidiyorsanız önceden rezervasyon yaptırmanızda fayda var.(tel: 031-4211115) Tabii ki İsveç köftesi yemenin tek yolu bu değil. Bu kadar para vermek istemiyorsanız ve kullanabilecek bir mutfağınız varsa neredeyse bütün marketlerde dondurulmuş gıda reyonunda satılıyor. Alıp kendiniz de yapabilirsiniz. =)
İsveç mutfağının çoğunluğunu deniz ürünleri oluşturuyor. Bu anlamda Kungstorget’de bulunan Saluhallen büyük bir gıda pazarı olarak beklentilerinizi karşılayabilir. Saluhallen’in içinde yerel tatlar bulabileceğiniz marketlerin yanı sıra, cafeler, publar ve restoranlar da bulunuyor.
Ben içlerinden bir tanesinin ismini vereceğim. Amanda Boman Restaurang’da hem et hem de balıkla yapılmış yemekler bulunuyor. Ama sanıyorum en meşhur yiyecekleri karidesli sandviç (Amandas räksmörgås). Fiyatı da 120 SEK yani aşağı yukarı 24 TL. Ancak bu restoran sadece öğle yemeği servisi yapıyor, hafta içi 16.00’a kadar,cumartesi ise 14.30’a kadar açık. Saluhallen’e en yakın tramvay durağı Kungsportsplatsen. Bunun dışında her ne kadar restoranlar biraz pahalı olsa da deniz ürünlerini marketlerde oldukça uygun fiyatlara bulabilirsiniz. Eğer kendi yemeğinizi pişirme imkânınız olursa markette 5 parça somonu 50-60 SEK (10-12TL) civarına alabilirsiniz ki bu tavuktan ve kırmızı etten daha ucuza geldiği anlamına geliyor. 4 ay boyunca haftada 2 kere somon pişirerek bu fırsattan sonuna kadar istifade ettiğimi düşünüyorum. =) Lafı daha fazla uzatmaya çekinmesem fırında somonumun tarifini bile verebilirim. Neyse canım kendiniz pişirin nasıl pişiriyorsanız. =) Somon için söylediğim ucuzluk havyar için de geçerli. Küçük bir kavanoz havyarı 18 SEK’e (3.5 TL) almanız mümkün, gitmişken kesinlikle bu fırsattan yararlanın diyorum. =)
Her ne kadar Çin lokantaları ve Suşi kafeler İstanbul’da oldukça fazla olsa da Hint Lokantaları henüz o kadar yaygın değil. Bu nedenle Hint yemeklerini seven biri olarak bir tane de Hint restoranı tavsiye etmek istiyorum. Tramvaya binip Vasa Viktoriagatan’da indikten sonra köri kokusunu takip ederek New Delhi Retaurant’ı kolaylıkla bulabilirsiniz. =) Atmosferiyle de yemeklerine uyum sağlayan New Delhi restoranda yemekler aşağı yukarı 100 SEK yani 20 TL. Baharatlı yemekleri sevenlere hitap ediyor. Yanında özel ekmeklerinden sipariş etmeyi sakın unutmayın. =)
Hesaplı bir şekilde yiyip içmenin en güzel yolunu anlatmaya geldi şimdi sıra, tabii ki AFTERWORK =) Cuma akşamları bazı restoranlar açık büfe yemek ve birkaç kadeh içecek için özel fiyatlı menüler hazırlıyorlar ki bu fiyat normal bir zamanda o restorana vereceğinize kıyasla gerçekten çok az oluyor. Linnégatan’da bulunan Rumpanbar afterwork için size önerebileceğim mekanlardan bir tanesi. Ancak unutmayın sadece Cuma günleri 16.00-19.00 saatleri arasında geçerli. Gitmeden önce arayıp rezervasyon yaptırmakta fayda var. Bir Cuma akşamınızı Rumpanbar’da afterwork için ayırmak hiç de fena bir fikir olmayabilir.
Bahsettiğim restoranları kendi klasmanları için en makul olanlarından seçtim… Fiyatlardan da anlaşıldığı gibi Göteborg’da restoranda yemek içmek Türkiye’ye kıyasla bütçenizi biraz daha fazla zorlayabilir. Uzun süre kalmayı planlıyorsanız yemeklerinizi evde pişirerek ciddi şekilde tasarruf yapabilirsiniz. Bunun yanı sıra birçok restoranda çok daha hesaplı lunch menüleri oluyor, hatta genelde bu lunch menülerini açık büfe yapıyorlar. Bunlardan da istifade edebilirsiniz.
Gece hayatı
Göteborg küçük bir şehir olmasına rağmen çok canlı bir gece hayatına sahip. Cuma ve Cumartesi geceleri Aveyn günün hiçbir saatinde olmadığı kadar kalabalık oluyor. Hafta sonunun yanı sıra Çarşambaları da “Little Saturday” olma vesilesiyle dışarı çıkmak için fırsat arayan üniversite gençliğinin imdadına yetişiyor. =) Pustervik (Järntorgsgatan 12-14), Nivå (Kungsportsaveyn 38), Parken (Vasagatan 43) ve Nefertiti (Hvitfeldtsplatsen 6) gidilebilecek mekanlardan bazıları. İsveç’te marketlerde satılan içkiler için %3,5 alkol sınırlaması var. Daha fazlası için devletin kontrolünde alkol satışı yapan
Systembolaget’lerin yolunu tutmanız gerekiyor. Systembolagetler şehrin bir çok yerinde bulunsa bile, üniversitedeki hocamızın dediği gibi bu sınırlama spontane bir plan yapmanızı engelliyor.Çünkü bu dükkanlar hafta içi saat 18.00, cumartesi de 15.00’e kadar açık,pazarları ise kapalı. Dolayısıyla eğer dışarı da bir mekanda içmek istemiyor ve %3,5 alkollü biralar da beni kesmez diyorsanız Systembolaget açıkken içkilerinizi almanız gerekiyor. Evet bu işin kötü tarafıydı. Biraz da güzel yanlarından bahsedelim. Eğer hayalinizde tekel bayii gibi bir şey canlandıysa hemen onu unutun. =) Systembolagetlerde çok geniş bir yelpazeden oluşan, birçok farklı ülkeden binlerce çeşit içki bulunuyor. Girdiğinizde almak istediğiniz şeyi unutuyor, rafların arasında kayboluyorsunuz. Bu çeşitlilik içerisinde benim favori içkim ise şüphesiz ki cider. Şekerli içkilerden hoşlanıyorsanız ciderı mutlaka denemenizi öneririm. Tarif etmek gerekirse alkollü meyve sodası demek bence yanıltıcı olmaz. Birçok farklı marka bulunuyor, ben xider şeklinde yazılan markayı tercih ediyordum. Özellikle kaktüs ve mandalina aromalılar çok güzel. Fiyatı da aşağı yukarı bir şişe biraya denk.
Bitirirken
Sonunda upuzun yazımın sonuna gelebildim. Ben çok severek yaşadığım için belki yazdıklarım çok objektif bir bakış açısının eseri sayılmaz. =) Göteborg çok büyük beklentilerle seyahat edenleri mutlu edebilecek bir şehir olmayabilir. Ancak şunu söyleyebilirim ki bu küçük, sevimli şehir gidenlerin kalbinde mutlaka bir yer ediyor, tekrar gitme isteği uyandırıyor. Ben gidip bir görün derim =)